2/29/2008

”YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR” VE KÜRT’LER İÇİNDE YERİNİ ALIYOR.


Dünyanın bütün karanlıkları bir araya gelse,bir mumun ışığını söndüremez”Kürdistan ayakta. Öyleki, zaman ve tarih sadece yaşayanları değil sanki, şehidleride diriltiyor. Yediden yetmişe Kürtler, özgür vatan toprakları için ölüme hazır olduklarını haykırıyorlar. Gencecik ve yaşlı çehreleriyle özgürlüğe koşan bu insanlar, ellerindeki pankantlarla, Türk millitarizmine adeta medeni bir demokrasi dersini veriyorlar. Kürt gençleri, kadınları, yaşlıları, yüzyıllık esaretin ve acının bir kader olmadığını, yarattıkları demokratik deneyimleriyle ve özgür duruşlarıyla bunu, dünyaya duyuruyorlar. Bütün dünya haber ajanslarında, Kürt’ler var. Artık dünya eski, gizli bir bildiri dünyası değil. Kürtler’de eski Kürt değildir. Onlarla dost olmak, onlarla bebaber yaşamayı öğrenmek, komşu olmak, herkesin yararına olacaği günler uzak değildir.Göz bebeklerinden saçılan aşk, özgürlük ve yaşam sevinci, sanki yemyeşil ovalarına, güneşin zarif ve rengaren ışınlarına boyanmışcasına, tepelerine, topraklarına, sonsuzluk ruhunu tekrar katıyor. Bir heyecan, bir coşku sarıyor, bilinmiyen ve duyulmıyan dünyalara. Bilinmiyor mu, bu topraklar kerameti ve kutsiyetini nice bilginin sıcak aşına irfan ve bereket, mekanlarına hürmetle minder oldu. Kervanlarına, hanlarına ve yolcularna, yüksek ve erişilmez dağlarından süzülen zemzem suyu oldu. Bilinmeli ki, bu yaşlıların, kadınların ve çocukların huzurlu ve mutlu olduklarında zaferi, mahmur ve mahcup bir edayla, sevincini gizli yaşayan bir kuşağ, şafak sökümünde ölüme yattığını. Bilinmiyor mu, her zulmün kılıcını kullanan, aynı kılıçla öldürüldüğünü, ve “Kürdistan Bölgesi'ne ve tecrübesine herhangi bir müdahale karşısında, demokrasi deneyimimizi, milletimizin kerametini ve ülkemizin kudsiyetini savunmak için” her şeye hazırız diyenin gençliğinde saklı cevahiri.Kulak verin artık, Kürt’lerle yaşamasını öğrenin. Kürt’lerin de bir ulus olmaktan kaynaklanan en az sizin kadar, demokratik haklarının olduğuna saygılı olun. Bu gidişle, Iran’dan da geri olmaya yöneldiğinizi görün.Peki şimdi ne olacak?Neden Türk devleti iki yüzbin askerini sınırda konuşlandırmakta?Çünkü, ”güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiği müddetçe aya, güneşi tam görünen gündüze, aydınlığı örttüğü vakit geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu düzlük yapana, ruha ve onu güzel bir biçimde şekillendirene ” inanarak diyorum ki ; ”yeni bir dünya kuruluyor ” ve Kürtler içinde yerini alacaklar da ondan.Türkler, güney Kürdistan bölgesi yönetiminin iradesine rağmen, işgal hareketine başlamaları halinde, kendilerinin hiç beklenmedikleri bir direniş ile karşılık alacaklarını, bütün bölgenin dengesinin değiseceğini, bölgesel ve küresel düzeyde yeni bir saflaşya sebebiyet vereceklerini çok iyi biliyorlar. ABD’ye, Arap dünyasına, Avrupa’ya, Çin’e, Rusya’ya ve Nato’ya rağmen T.C’nin güney Kürdistan’ı istilaya kalkışması demek, Osmanlı’dan kalan Anadolu yakasından ebediyen çekilmesi demektir. Bu sürecde giremezler, riskler kazançlardan çok daha fazladır.Burada,İmrali sakinin alevlendirilen, propaganda amaçlı durumundan çok, Kandil’in askeri politik ufkunun nerede duracağı, kuzey Kürt hareketi açısından önemli. Türk ordu güçleri, Kandil’e havadan, yada karadan sınırlı, muhtelif nokta operasyonları yapabilir. Bu Irak merkezi hükümeti, ABD ve Kürt yönetiminin bilgisi dahilinde olma ihtimali büyük. Ancak, sıcak çatışmalar olsada, PKK’nin, askeri olarak bitirmeleri mümkün değildir. Kürdistan’da askeri olarak yenilmek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Türk genel kurmayı bunu çok iyi biliyor. Kontrollü bir operasyon ise, iç politikada çıkarılan görültüyü kamufle etmeye matuf olacaktır.Kısa vadede, Kandil’in önünde pek çok fazla alternatif yok. Türkiye’de demokratik bir geçiş yada olağanüstü bir durum olmadıği müddetçe Kandil, sömürgeci siyasetin iki sırtı keskin bıcakları arasında kan kaybederek tükenir. Yada kayıtsız ve şartsız güneydeki sürece katılırlar. Buradan uzun vadeli bir çıkış mümkün olabilir. Iran’la çatışarak uzun vadede ayakta kalmaları mümkün değildir. En ölumcül ve tehlikelisi, provakatif eylemlerle, Türk’lerin güneye müdahale zeminini sağlıyarak, Türk’lerin güneye büyük bir ordu ve logistik güç ile girmesini ve dünyaya Türk ordusunu güneye girme meşruiyetini sağlamak. Bu durumda PKK’nin, içindeki yurtsever kadrolara büyük ve tarihi bir sorumluluk düştüğü kanaatindeyim.Bütün bu ihtimaller dahi, Federal Kürdistan yönetiminin meşru temellerden yükselmiş olan özgür anayasasından ve Irak federal anayasasından, kendilerine tanıdığı hak ve yükümlülüklerden kaynaklanan güç ve basireti ordadan kaldıracak hiç güçün olmadığını düşünüyorum.Yinede bir istila hareketi, Türkiye’nin bindiği dalı kesmesi demek olur. Türkiye bunu göze alaması çok zor. Bölgesel güç olma yolunda hızla ilerleyen Iran faktörü var. Hazar çevresi, Kafkasya, Orta-Asya bölgesel güç dengelerin içideki, karşıt ve taraf olan güçler var. Türkiye bu alanda da kaybediyor. Iran aktif ve operasyonel güç dengelerine oturuyor. Türkiye’nin olası hareketini, şu ana kadar sadece, Suriye açık desteklendi. Suriye’nin ise bölgede demokratikleşmenin önünde ciddi bir çıbanbaşı olduğunu, devletler hukukuna aykırı bir biçimde bölgede, sistematik bir devlet terörünü, Arab-Israil çatışması ekseninde gelenekleştirerek, hem içerde hem dışarda politik suikastlerle terörürü yaydığı, tüm dünya biliyor. Suriye’nin açık kartıyla güney Kürdistan’ın işgali, Türkiye’nin sonu gelmez çalkantılara girmesine ve iç çatışmalarla enerjisini tüketir. Türkiye dönüşmünü, iç dimaniklerden çok diş dinamiklerin belirleyici olacağı bir sürece girer. Bu işi de, başkaları Türk’lere dikte ederek yapacakları, her halde Türk yöneticileri biliyordur.Suriye, Türkiye ile olan sorunlarını çözebilmek için yıllarca, dünün Bekaa sakinine logistik ve maddi destek vererek, düşük yoğunluklu bir savaşın Kürdistan’da sürdürülmesini sağlamadı mı ? Binlerce köyün haritadan silinerek, milyonlarca insanın batıya göç etmesine, doğal toplumsal çevrelerinden koparılarak, yoksul, perişan olmalarına neden olmadı mı ? Bu insanların batıda toplumsal akibetleri ne oldu, hiç düşündünüz mü ? Binlerce insanın ölümüne, yüzbinlercesinin sakat kalmasına neden olan Suriye’nin kanli geçmişini, Kuzey Kıbrıs’ın tanınması karşılığında silmek doğru mu? Eğer T.C, gerçekten, kendi askerini seviyorduysa, Suriye’nin bu hasmane tavrından dolayı, ölmüş binlerce askerin, geride bıraktıkları ailelerine ne diyecektir ? Suriye’ye verilen harekat notası ile Türk ordusunun, güney Kurdistan’a saldırıya kalkışmasının şartları bir midir ? Güney Kürtler’i miydi size cenazeleri gönderen ?Babasından kalma şark kurnazlığıyla, zalim ve terörist bir diktatörlük rejimini sürdüren Beşar Eshad’in, ABD ve İsrail ile olan ”sorunlarının” çözümü halinde yarin, size farklı davranmıyacağı ne malüm ? Kendi vatandaşlarının mahrem yerlerine kadar kontrol eden, bir diktatör, azınlik rejiminin, Avrupa değerler sistemiyle bütünleşmek istiyen bir ülkeyle, bu ülkenin vatandaşlarının barış ve refahi ile ne alakası olabilir? Başer Esad rejimi, ikiz kardeş olduğu Saddam Huseyin’nin Baas Nasyonal sosyalist rejiminden ne farkı var? Türk yönetici kesimi mutlaka bunları düşünmek zorundadır..Türkiye ancak olağanüstü bir kriz anında, bölgesel ve küresel bir hesaplaşma ortamında güney Kürdistan’ı istila edebilir. Bu koşullar şu anda yok. Türk’lerin hazm edemedikleri, karşısında çaresizce hiddetlendikleri aslında, PKK’nin saldırıları olmadığı biliniyor. En temel neden, meşruiyyettini kendisinden alan, Kerkük’ün statüsünü referandumla Federal Kürdistan bölge yönetimine bırakacak olan, demokratik federal bir Kürt devletinin, bölgede her yönüyle gelişmesidir. Irak federal bir devlet olarak hala ayakta. Türkiye, 2003’de ABD’nin Irak’a müdahalesi ortamında, ABD’ ile beraber Irak’a girme koşulları vardı. Şimdi ise Türk’ler açısından zaman çok geç. Buna kalkışmak her halukarda, anti demokratik gelişmelere yol açacağı ve toplumsal bir depreme neden olacagi hemen hemen herkes paylaşmakta.Türkiye’nin saldırgan tavrının altında yatan ikici bir neden, kendi iç çıkmazları ve iç dengelerdeki iktidar çatışmasından kaynaklanan sorunlardır. Kemalist ve millitarist odaklar Türkiye’nin demokratikleşmesine müdahale etmek istiyorlar. Kemalizm artık, Türkler açısından dahi birleştirici fonksiyonunu yitirmiş durumdadır. Kemalist düşünce sistemi, sadece,Türkiye’nin tarinsel,sosyal, kültürel ve siyasal gerçekleriyle çelişmiyor, o, aynı zamanda, dünyanin bugünkü gidişatına da uymadığı anlaşılmak istenilmiyor. Kemalizmin restorasyonuna dayanan toplumsal projeler ve visyonlarda sağlıklı olamıyacakları ise ortada.AKP’nin temsil ettigi toplumsal hareketin çok nazik dengeler üzerinde, siyasal iktidarın toplumsal temellerini genişletmeye çalıştığı belliydi. Yine belli olan, Türkiye’nin, liberal ve demokratik gelişmesi acısından, Orta Doğu’daki bir çok İslam ülkesinden farklı olduğuydu. Kemalist milliyetçiliğin yapamadiğını yapmaya çalışan AKP’nin, Tezkereye onay veren yaklaşımı, bu iç iktidar dengelerindeki kaymaların mümkün ve muhtemel olabileceğini gösteriyor. Kürtler acısından her halukarda, iktidar ilişkilerin saflaşması, netleşmesi elzemdir.Ne var ki, Türk modernleşmesinin itici güçleri bu gün, siyasal ifadesini İslami muhafazakar AKP de buldu. Bözülmüş sol, bırak anti kapitalist mücadelede, varoşlarin toplumsal ve zihinsel sefaletinden, toplumsal bir güç çıkarmayı onlar, devletin ideolojik mekanizmaları arasında ancak, Kürdistan’dan milletvekili marifetiyle sömürge çocuklarına, sömürgeci -Türki şovlar yaptılar. Oysa, İslami kimliğiyle AKP, istenilen düzeyde olmasada, ekonomiyi, hukuku, toplumsal kurumları kısacası sistemi, Avrupa normlarına göre reforme etmeye çalışıyordu. Kemalist’lerin, anti-Kürt, ırkçi ve milliyetçi söylemleri, olan “vatan elden gidiyor”, “vatan, millet, sakarya” dan ayrı, Liberal-muhafazakar kesimin, Kürt’lere daha temkinli yaklaşımları, liberal ekonomiyi teşvik eden, rekabetten yana, uluslararası sermayeye açık, Avrupa ile entegrasyona hız veren, yatırım ve üretime yönelen yanlarıyla, demokratik özgürlükler için önemli bir süreçte oldukları açık görülüyordu .Bu yanıyla, son süreçte, değişimlerin temel motoru İslamcılar oldular, Kemalistler değil. Kemalist elit ise, ittihat ve terakiden kalma yöntemlerle, toplumun demokrasi ve özgürlük taleplerini provakasyon ve gizli müdahalerle, süreçe hala ayak direttiyorlar.Türk ordusunun güney Kürdistan’i istilası halinde, bu değişim sürecinin kapanacağı.herkese ayandır.Bu gerçekleri, İslami kesim ve AKP’nin siyasal kadroları kendi demokratik meşruiyyetleri açısından idrak etmek zorundadırlar.Ayrica şu bilinmeli ki,Türk moderleşmesinde ”din ruhunun ” ,”özgürlük ve demokrasi ruhu” ile birleştiği bu anda, dinsellik bir ayrıcalık olarak, ancak toplumun demokratik özgürlüklerini teşvik ettigi, bunu geliştiren ve bunun için modeller sunduğu oranda anlamlıdır. Aksi taktirde, bu dini ayricalık, demokratik dönüşümlere ölümcül bir tehdit içeren güçlerin ellerinde, tam anlamıyla topluma, bir karabasan gibi inen bir araç olmaktan öteye geçmiyeceği bilinmelidir…

BEHRAM XALIDberhamxalid@gmail.com20 Ekim 2007

2/24/2008

KOSOVO DECLARES INDEPENDENCE


The Kosovo assembly in Pristina announced on 17 February 2008 that the territory was an independent state. This is the full text of itshistoric declaration.

Convened in an extraordinary meeting on February 17, 2008, in Pristina, the capital of Kosovo,
Answering the call of the people to build a society that honours human dignity and affirms the pride and purpose of its citizens,
Committed to confront the painful legacy of the recent past in a spirit of reconciliation and forgiveness,
Dedicated to protecting, promoting and honoring the diversity of our people,
Reaffirming our wish to become fully integrated into the Euro-Atlantic family of democracies,
Observing that Kosovo is a special case arising from Yugoslavia's non-consensual breakup and is not a precedent for any other situation,
Recalling the years of strife and violence in Kosovo, that disturbed the conscience of all civilised people,
Grateful that in 1999 the world intervened, thereby removing Belgrade's governance over Kosovo and placing Kosovo under United Nations interim administration,
Proud that Kosovo has since developed functional, multi-ethnic institutions of democracy that express freely the will of our citizens,
Recalling the years of internationally-sponsored negotiations between Belgrade and Pristina over the question of our future political status,
Regretting that no mutually-acceptable status outcome was possible, in spite of the good-faith engagement of our leaders,
Confirming that the recommendations of UN Special Envoy Martti Ahtisaari provide Kosovo with a comprehensive framework for its future development and are in line with the highest European standards of human rights and good governance,
Determined to see our status resolved in order to give our people clarity about their future, move beyond the conflicts of the past and realise the full democratic potential of our society,
Honouring all the men and women who made great sacrifices to build a better future for Kosovo,
1. We, the democratically-elected leaders of our people, hereby declare Kosovo to be an independent and sovereign state. This declaration reflects the will of our people and it is in full accordance with the recommendations of UN Special Envoy Martti Ahtisaari and his Comprehensive Proposal for the Kosovo Status Settlement.
2. We declare Kosovo to be a democratic, secular and multi-ethnic republic, guided by the principles of non-discrimination and equal protection under the law. We shall protect and promote the rights of all communities in Kosovo and create the conditions necessary for their effective participation in political and decision-making processes.
3. We accept fully the obligations for Kosovo contained in the Ahtisaari Plan, and welcome the framework it proposes to guide Kosovo in the years ahead. We shall implement in full those obligations including through priority adoption of the legislation included in its Annex XII, particularly those that protect and promote the rights of communities and their members.
4. We shall adopt as soon as possible a Constitution that enshrines our commitment to respect the human rights and fundamental freedoms of all our citizens, particularly as defined by the European Convention on Human Rights. The Constitution shall incorporate all relevant principles of the Ahtisaari Plan and be adopted through a democratic and deliberative process.
5. We welcome the international community's continued support of our democratic development through international presences established in Kosovo on the basis of UN Security Council resolution 1244 (1999). We invite and welcome an international civilian presence to supervise our implementation of the Ahtisaari Plan, and a European Union-led rule of law mission. We also invite and welcome the North Atlantic Treaty Organization to retain the leadership role of the international military presence in Kosovo and to implement responsibilities assigned to it under UN Security Council resolution 1244 (1999) and the Ahtisaari Plan, until such time as Kosovo institutions are capable of assuming these responsibilities. We shall cooperate fully with these presences to ensure Kosovo's future peace, prosperity and stability.
6. For reasons of culture, geography and history, we believe our future lies with the European family. We therefore declare our intention to take all steps necessary to facilitate full membership in the European Union as soon as feasible and implement the reforms required for European and Euro-Atlantic integration.
7. We express our deep gratitude to the United Nations for the work it has done to help us recover and rebuild from war and build institutions of democracy. We are committed to working constructively with the United Nations as it continues its work in the period ahead.
8. With independence comes the duty of responsible membership in the international community. We accept fully this duty and shall abide by the principles of the United Nations Charter, the Helsinki Final Act, other acts of the Organization on Security and Cooperation in Europe, and the international legal obligations and principles of international comity that mark the relations among states. Kosovo shall have its international borders as set forth in Annex VIII of the Ahtisaari Plan, and shall fully respect the sovereignty and territorial integrity of all our neighbors. Kosovo shall also refrain from the threat or use of force in any manner inconsistent with the purposes of the United Nations.
9. We hereby undertake the international obligations of Kosovo, including those concluded on our behalf by the United Nations Interim Administration Mission in Kosovo (UNMIK) and treaty and other obligations of the former Socialist Federal Republic of Yugoslavia to which we are bound as a former constituent part, including the Vienna Conventions on diplomatic and consular relations. We shall cooperate fully with the International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia. We intend to seek membership in international organisations, in which Kosovo shall seek to contribute to the pursuit of international peace and stability.
10. Kosovo declares its commitment to peace and stability in our region of southeast Europe. Our independence brings to an end the process of Yugoslavia's violent dissolution. While this process has been a painful one, we shall work tirelessly to contribute to a reconciliation that would allow southeast Europe to move beyond the conflicts of our past and forge new links of regional cooperation. We shall therefore work together with our neighbours to advance a common European future.
11. We express, in particular, our desire to establish good relations with all our neighbours, including the Republic of Serbia with whom we have deep historical, commercial and social ties that we seek to develop further in the near future. We shall continue our efforts to contribute to relations of friendship and cooperation with the Republic of Serbia, while promoting reconciliation among our people.
12. We hereby affirm, clearly, specifically, and irrevocably, that Kosovo shall be legally bound to comply with the provisions contained in this Declaration, including, especially, the obligations for it under the Ahtisaari Plan. In all of these matters, we shall act consistent with principles of international law and resolutions of the Security Council of the United Nations, including resolution 1244 (1999). We declare publicly that all states are entitled to rely upon this declaration, and appeal to them to extend to us their support and friendship.
17 - 02 - 2008

2/17/2008

TEROR VE AYDINLANMA UZERINE


‘Demokrasi, en zengine ve en yoksul kisilere esit haklar verir, bu hedefe sadece baris yoluyla ulasilir’ (M. Gandi)


I.

“Toplumsal dokularindan”, insan iliskilerinden kan ve siddet dokulen toplumlarda siddettin, basli basina onemli toplumsal, ruhsal ve zihinsel tahrip gucu olan bir fenomen oldugu biliniyor. Ozellikle Kurtlerin, teror ve siddetin degisik boyutlarini, fonksiyonlarini ve toplumsal icerigini iyi tanimalari gerekir. Nasil ki, soguk savasin butun bir doneminde, dunyanin belli cografyalari (3.dunya ve somurge ulkeler) iki super gucun, uluslararasi silah endustrinin labaratuvar alanlari olarak islev gorduyse, sadece siddettin bu boyutu dahi kendisinin ve kapsaminin sanildigindan daha genis oldugunu gostermektedir.

Uzun bir donemdir siddet uzerinde yazmayi dusunuyorum. Her ne kadar siddet ve teror kavramlari birbirinden ayri muhtevalara tekabul eden tarihsel ve toplumsal sureclerin, dusunsel dinamikleriyle alakadar ise de, ozunde siddeti, kulturel-antropolojik ve sosyal bir fenomen olarak ele almayi istemistim. Denedim, fakat bu kavramin kapsami, icerigi ve cercevesi sandigimdan daha boyutlu oldugunu farkettim. Siddet kavraminin cercevesini sinirliyarak, teror kavramindan baslamayi uygun buldum.

Teror kavrami kokenini bati aydinlanma doneminden alan, gunluk hayat da kullanilisi, icerigi ve tarihi kokenleri hakkinda uzerinde pek de dusunmedigimiz, ama sikca kullanan bir bati bulusu kavrami olarak bilinir. Aydinlanma ise, ne sadece Kant’la gelisen humanizmaydi ne, Voltaire’nin rationalizmiydi, ne de sacede Hegel’in acimasiz diyalektigiydi. Hegel’in diyalektiginde teror, toplumsal ilerlemenin varzgecilmez onkosulu, tarihin sonuna gitmede, devindirici bir faktor olarak kabulleniliyordu. Ezen ve ezilenler arasindaki bu surekli catisma, surecinde siddet zorunlu bir faktor teskil etmekteydi. Lenin bunu; “ Sayet her kim bir omlet yapmak isterse, yumurtayi kirmak zorundadir” deyisiyle aciklar. Bu dusunce tarzi Hegelci dusuncenin ozunu teskil etmektedir. Dolayisiyle, Hegel teroru moderniteit’in temeli ve on gerekleri sayar. Burada Robespierre’nin uyguladigi ‘terorun’ ne icin oldugu daha iyi anlasiliyor. Bir sene icerisinde 40 bin insanin kafasini giyotinle kesildi. Bu baglamda batida teror konusunda ilk felsefi metin, bati aydinlanma filosofu Hegel’e ait oldugunu rahatlikla soylemek mumkun. Tarih ve felsefe uzerine dersler (Vorlesungen uber die Geschicte der Philosphie, (1807) adli kitabinda Hegel harfiyen, teroru ilerlemenin zorunlu bir donemi olarak belirtir.

Bu bati aydinlanma kaynakli teror aciklamasini devr alan somurge ve 3.dunya ulkeleri aydinlari, dogal olarak bu paradigma icerisinde yeni bir toplumsal projeyi uretmeleri, ‘karsi’ olduklari sistemden ‘dusunsel kopusu’ saglamalari mumkun degildir. Ayrica bu konu teror ve ethiek baglaminda bu gun tartisma gundemine de gelmedigi biliniyor. Son iki yuzyildir batinin urettigi ve ihrac ettigi, bu bahis konusu olan ‘aydinlanma degerleri’, sadece ozgurluk ve demokrasi olmadigi, ayni zamanda teror ve devrimler oldugunuda burada belirtmek gerekir. Burada asil olan, siddet ve terorle insanlar arasindaki iliskileri duzenlemek istiyen dusunsel paradigmanin dayandigi temellere isaret etmektir. Neki, Saint-Just ise “insanlar arasindaki iliskilerin sevgiye mi, yoksa terore mi dayanmali” diye kendisine sormaktaydi.

Bu gunku ethiek ve teror konusundaki degerlendirmelerin, tartismalarin ana bakis eksenine Huntington’un “medeniyetler arasi catisma” dusuncesi egemendir. Teror, medeniyetler arasi catismanin bir semptomu, batinin aydinlanma degerler sistemi, mirasi ile onun disinda olanlar arasinda bir catismanin bicimi olarak degerlendirilir. Terore yaklasim; modern, otonom, bati anlaminda bireyin ozgurlugu ile premodern heteronom bati karsitlari arasindaki zemine oturtulur. Dolayisiyla teror, ‘iki medeniyetin birbirinden ayristigi’ kirilma alani olan aydinlanma ve Fransiz devrimi oluverir.

Gerek Bati da gerekse Dogu da, toplumsal ilerleme ile siddet ve teror arasindaki bag konusunda, ahlaki cok farli yaklasimlarin oldugunu belirtmek isterim. Fakat Batida cok cabuk unutulan, ama 1950’li yillarda Fransa’da siddet ve terorun ahlaki boyutlari uzerine olan tartisma, o gunun entellektuel dunyasini ‘sarsmisti’. ‘Humanisme et Terrorisme’ (1947) adli kitabinda Merleau Ponty, devlet terorunu bir cesit yabanci ‘humanizma’ olarak savunur. ‘Kommunist problem’ adli bu yazi, Stalin’in devlet teroru olarak uygulamalarini iceren Arthur Koestler’in 1941’de yazdigi ‘Darkness at Noon’ adli romanina karsi yazilmisti.

Merleau Ponty’e gore, bir teroristin davranisi, o teroristin yaptiklarindan, onun kendi subjektif siddet ve ahlaki bakis acisindan degil, fakat onun ‘maddi yasam kosullarindan’ ve ‘tarihin maddi kuvvetlerini’ goz onunde bulunarak karar verilmelidir diyordu. Bireysel psikoloji ve toplumsal degisim, Merleau Ponty’e gore kopmaz baglarla birbirine baglidir. Subjektif motiflerin, bilinc yanilsamalarindaki payini hesaba katmiyordu. Bu Hegelci degerlendirme de bazi temel yanlisliklar oldugu ise bugun apacik ortada.

Buna karsin, her ne kadar ozgurluk ve demokrasiye vurgu yapan anti-Hegelci dusunceyi cikis noktasi alanlarda, terorun ethiek baglaminda, her zaman tam ve yeterli aciklamayi yapamadilar. Nasil ki, Fransiz filosofu Claude Lefort demokrariyi bir yaniyla surekli bir mucadele prosesi, diger yaniyla surekli bir guvensizlik ve cesitliligin kabullenisi olarak ifade ediyordu. “Hic bir toplum mukkemeliyete kavusamaz. Hic bir ideoloji hic bir zaman kesin basariyi sagliyamaz. Bir olgu olarak, “gucun bos alani” icin surekli bir mucadele icindeki demokratik ayriliklar hic bir zaman, hic bir guc tarafindan tam olarak doldurulamaz. Bu alani ne tanri, ne tiran ne de devlet doldurulabilir. Kesilen krallarin baslari, govdelerine geri donmiyecektir” diyordu. Bu dusuncelere sahip olan Lefort, 1950’li yillarda, Jean-Francois Lyotard ve Guy Debord’a uyesi olduklari ‘Socialisme ou Barbarie’ adli hareketin teorisyenleriydiler. Lefort 1959’da marxizmden kesin koptu.

Demokrasiyi,‘gucun bos alani’ olarak ifade eden Lefort’un bu notral aciklamasi, yinede insan haklari konusunda belli, bir ortak dusunceyi ‘sagladigini’, Lefort’un bakis acisindan olaya bakildiginda dahi, aydinlanmanin onemli mirasi arasinda gorulen Hegel diyalektiginin dayandigi tarihi ilerlemenin mirasi icinde tehayyul etmek mumkundur. Bu baglamda ikinci dunya savasi sonrasinda, Fransiz dusuncesi Lefort’la beraber anti-ideoloji ve anti-hegelci ‘bir son doneme tekabul etti’. Dolayisiyle Lefort’un dusunceleri, bu gunku egemen neoliberal ve neoconservatizme mukkemel ‘non-ideoloji’ saglamaktadir.


Devami var.


Behram Xalid
behramxalid@gmail.com
17 subat 2008