Hiristiyanlik buyuk bir olasilikla baslangicta, narsizmi legitim gormekteydi. Bu noktada sevgi dolu tanri "Amor sui" icin onemli bir alandir. Tanrinin bu ozelliginden dolayi, narsist insanin kendi kendisine yonelmesine hak verilir. Boylece hiristiyanlik insana, "mutlu bir narsist" olmak icin olanak sunar. Tabiatiyla tanrinin oldugu soyleminin revacta oldugu bir zamanda ise, "mutlu narsistin" bunalimi dayanilmaz cinsten sarsintilarin habercisi oluverir.
Hiristiyanliktaki parcalanmalar ve degisik dini akimlarin belirginlesmesinden sonra bu, eski iki kutuplu ruhsal-psychisch alan, ciplak bir bicimde psikoanalizmin onune cikiverdi.
Sevgi kavramina dayanan terapiyi ilk gelistiren Freud'dur. Burada insanin ruhsal-psysch alani acik ve complex bir sistem olarak symbiotisch bir tarzda baska insanlarla alakali oldugunun kuramini gelistirdi. Freud'un buyuklugu, psychoanalizmde yanliz insanin cinsel durtulerinin rolunu ortaya cikarmis olmasi degildir. O, modern insanin ruhsal alaninin aciklanmasi zor olan fiktif havadaki isinlamalara dayandirarak psyhoanalizme yeni kavramlari getirmistir.
Bu sistem, icinde sonsuz arzularinin hareketini anlatir. Bu noktada, modern insan, sevgi ile kendi kendini sevme arasindaki balans ayarini kaybetmemekle kalmiyor o, ayni zamanda arzulari teskinleyici, huruza kavusturucu olan mitolojik benzesim modellerini de kaybetmis bulunuyor.
Boylece, 20.yuzyil ayni zamanda narsizmin de gelisim cagi olarak belirginlesir. Bu cagda insan, "olmak" ile "olmamak" arasinda belirginlestirilir.
Devam edecek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder