9/22/2007

DURUŞ VE GÜNDEM ÜZERİNE


Türkiye’nin politik gündemini, ve özellikle Kürt’lerle ilgili boyutunu, Kürt’lerden ziyade Türk Genel kurmayı tarafından sürekli, sistemli ve biliçli bir biçimde “kaos” üretilerek yaratılğı iyi biliniyor. Bu gün için, Türkiye’de olan biten şeyin adını koymakta zorlananlar için çok basit bir örnek bile Türkiye’deki bu “kaosu” açıklamakta anahtar rol mahiyetindedir.

Birincisi, hemen hemen her avukat görüşmesinde Kürt’lerin ulusal mücadelelerinin geleneksel temellerine saldırarak Kürt’lere hakaret eden Öcalan’in açıklamaları. Ikincisi ise, Cumhuriyet’ten beri ve özellikle son 50 senelik Türk siyasal sisteminde, önemli toplumsal dalgalanmalara sebep olmuş, geleneksel İslami kesimin, bu gün gelinen yerde, bu kesimin evrimleşerek, global sermaye ile ilişki biçiminde kaynaklanan, kendine has özellikleriyle, Türkiye’nin bu günkü değişiminde oynadığı rol.

Türk devletinin anti-komünist ayağının tarihin çöplüğüne atılalı epey bir zaman geçti.Türk resmi sol-komünist söylemin, Kemalizden beslenerek, Türkiye’nin demokratikleşmesinde, liberal burzuvazi kadar dahi rol oynayamadıkları açık ortada. Bu devletçi solun, anti-Kürt özüyle, geldiği yere tekrar dönüp entegre olduğu da, ne hazin ordadadir. Dolayısiyle bu gün Türkiye’deki esas çatışma, Kemalist sistemin statukocu, militarist erki -Öcalan’da buna dahildir - ile, yerel ve gelenelsel özellikleriyle global-liberal sermaye ile bütünleşen dinamikler arasındadır.

Burada, her görüşmesinde Öcalan’in, neden Nakşibendilere saldırdığını, anlamak için çok fazla araştirmaya gerek yoktur. Generaller, AKP’nin hükümet ve cumhurbaşkanlığı almasını istemedikleri açık ortada olduğu bir dönemde, Öcalan’ın, Türk devletinin eskimiş, hurda ve paslanmış zırhı olan Kemalizme sarılması, doğal olarak bu hesaplaşmanın sonucudur. O, Kürt hareketini ideolojik olarak dumura uğratma, politik reflekslerini kırma, değişimi istemiyen statükocu güçlerin yaratmak istedikleri siyasal “kaos”u yaratma çabalarına taşeronluk yapmaktadir.

Buna rağmen Kürt’ler umutsuz ve seçeneksiz olamazlar. Bu koşullar ve zorluklar yaninda, süreç, yeni olanaklar ve ufuklar yaratmakta. Kürt’lerin haklı ve meşru haklarının mücadelesi, açık bir zeminde daha da güçlenmektedir.

Eski Yunan’lılarda sınır kavramı, bir şeyin bittiği yer olarak kavramlaştırılmamıştır. Onlarda sınır bir şeyin bittiği yer değil, başladığı yer olarak biliniyordu. Bir ulusun ruhu da aynen, insan ruhuna benzer. Siz fiziki olarak herşeyi ondan alabilirsiniz, ama ruhunu asla. Henüz insan ruhunu alabilecek bir alet bulunmadı ve bulunulmazda. Generaller ve Öcalan’da Kürt’lerden fiziki olarak pek çok şeyi alabilirler ve aldılarda. Ama bu ulusun ruhunu asla alamazlar. Bunu, benimde bilmediğim bir hakkikat-i sabittir.

Bu bağlamda, Türkiye’deki “değişimin” nedenlerinden biride, Öcalan’in “200 yıllık geçmişleri var” deyip saldırdığı, bir bakıma bu geleneksel ve yerel özellikleriyle, İslami söylemin ceberut Kemalizmle olan “hesaplasmasi” ve “çeliskişidir” diyebiliriz.

Oysa, devletin “görmediği” ama her ne “hikmet” ise, Öcalan’in gördüğü ve kadrolarını buna karşi, “yeni”görevlere çağırdığı, bunun ideolojik ve siyasal çerçevesini çizdiği olgu ise, Kürd Naksibendiligidir. Bu gün için, devlete teslim olmamış, hep çatışmalı tek ideolojik ve toplumsal güç, dini form içinde Kürd Naksibendiliğidir. Uzlaşmıştır ama teslim olmamıştır. Bu dinamik, aynı zamanda değişik uluslardan ve değişik biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Bu olgu, Türkiye moderleşmesine, siyasal-düşünsel bir söylem olarak, özgün bir biçimde cevap vermeye çalışmıştır.

Bu yanıyla, Kürt Nakşibendi gelenek, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda, Kürdistan’da çok etkili bir hareket olarak dini kurumlara yayıldı. “Gericiliğe” karşı mücadele adı altında Kemalistler, bir bütün olarak bu kurumları ortadan kaldırdılar. Bir kısmını kontrol altına alarak, sisteme entegre ettiler. Oysa din, ideolojik alandan çok, esas olarak, toplumsal fonksiyonları itibariyle, toplumsal alana aittir.Toplumsal alanı bitirmeden, bu olguyu bitiremezsiniz. Kökleri, pek çok alanın derinliklerinde yatan, tarihi geleneklerin yüzyıllar sürmüş dokusunda saklıdır.

Nakşibendilik, yanlız bir dini inanç değil, aynı zamanda insanların toplumsal davranışlarına, benliklerine ve kimliklerinede yön vermeye çalışan bir hareketti. Türkiye’de resmi kamuoyunun bilmediği yada yanliş bildiği şey, Nakşibendilerin de, 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılda, Ittihat ve Terakki’den farklı bir biçimde Osmanlı’nin coğrafyasında en dinamik, en yaygin ve örgütçü ilişkilerle topluma nufüs ettikleridir..

Asker-Sivil-Burokrat olan Kemalistler, İngiliz, Fransız ve Bolşevik’lerle anlaşarak, Osmanlı’nın 1.dünya savaşından geriye kalan merkezi devletini ele geçirdiler. Nakşibendiler ise, toplusal alanda kalarak varlıklarını değişik şekillerde sürdürdüler. Nakşibendilik, TC ‘nin kuruluşundan beri, devlet ve toplum ikileminde hep var olmuştur. Merkezi devletten özerk, yerel olarak devletle rekabet halindeki bu dinamik, Cumhuriyetin her döneminde Kemalistlerin kuşkulandıkları toplumsal bir olgu olarak kaldılar. Hiç bir zaman geleneksel Türk ve Kürt solu, bunu idrak edemedi. Bunun tohumlarıdır bu gün yeşeren…

Gelinen yerde, gerek Solun ve gerekse Kemalistlerin, görmezlikten geldikleri,Türkiye gerçekliklerinden biri olan, Nakşibendilerin kurduklari bu toplumsal örgütlemelerin ne kadar güçlü olduklarıdır.

Her ne kadar Kemalistler “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyorlarsada, mikro elektronikanin ve sermayenin dünya ölçeğinde, sınızsız iletişim ve dolaşım çağında, yerel olanın globalleşmeyle bütünleştiği, globaleşmeninde yerel düzeyde dönüşümcü etkisini kavrayamıyorlar.Ve hala bu çağın gereklerine uygun davranmadıkları ortada. Böylece yerelden, geleneklerden, muhafazakarlıktan yükselen toplumsal dalgaları anlamak istemiyorlar. Daha da onemlisi, Kürt’lerin tarih sahnesine çikmalarını hazmedemiyorlar.

İşte bütün bu olan bitenin ve bu sürecin tam ortasında Kürt’ler duruyor. Her ne kadar ulus olarak, siyasal ve ideolojik refleksleri kırılmış, kadroları tarihin görmediği vahşetten ve acilardan geçirilmiş, dağilmiş, büyük bir bozgundan çikmış iselerde, bir ulusun elbette ihtiyaç duyduğu cevherlerine, gönlü ve aklı açık bir kuşakla, duruşunu, vuruşunu ve gündemini belirliyecektir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Kürt’ler tarihlerinin hiç bir döneminde özgürlüğe bu kadar yakın olmadıklarının heyecanını yaşamak lazım.


Berham Xalid
Cumartesi, 22 Eylül 2007
behramxalid@gmail.com

Hiç yorum yok: