ŞARTLARIN EŞİTLİĞİ
Soğuk delhizlere dalan dalgıçların sudaki ritmine, derinlerde beliren hava tomurcuklarının bir şeyler işaret eden kabartıcıklarından daha hareketli, daha alevli, daha sıcak bir belirsizliğe doğru mevsim ilerlerken, ateşli lavlarıyla volkan, belkide kristal keskinliğinde bir hesaplasmaya, bilinmiyen bir mekana bizi çeker gibi, ana topraklarımızda zalim, lanetli bir depremin habercisi olarak cesetler yerlere dökülüyor. İçerden ve dışardan yere serilen gencecik fidanlar yine kürtler. Siz bakmayın söylelenere, bu topraklar suskun, acılarımız büyüyor ve gözler dehşet içindedir. Bu paradoxsal cephelerede kürtler öldürülüyor. Kürdistan içerden kuşatılmak isteniyor.
Soğuk delhizlere dalan dalgıçların sudaki ritmine, derinlerde beliren hava tomurcuklarının bir şeyler işaret eden kabartıcıklarından daha hareketli, daha alevli, daha sıcak bir belirsizliğe doğru mevsim ilerlerken, ateşli lavlarıyla volkan, belkide kristal keskinliğinde bir hesaplasmaya, bilinmiyen bir mekana bizi çeker gibi, ana topraklarımızda zalim, lanetli bir depremin habercisi olarak cesetler yerlere dökülüyor. İçerden ve dışardan yere serilen gencecik fidanlar yine kürtler. Siz bakmayın söylelenere, bu topraklar suskun, acılarımız büyüyor ve gözler dehşet içindedir. Bu paradoxsal cephelerede kürtler öldürülüyor. Kürdistan içerden kuşatılmak isteniyor.
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen, rüşeym halinde büyüyen ve gelişen Güney Kürdistan’daki özgür topraklar, kendine has özellikleriyle, çok önemli bir dönemden geçmektedir. Eğer kürtler özgür bir toprak parçasını istiyorlarsa, işte orasıdır. Demokrasi ve özgürlük ordadır. Eksik ve aksaklıklarına rağmen kendi kendisini yöneten bir demokrasimiz vardir.
Bu gün kürtlerin en büyük ve en caydırıcı güçleri ulusal ve toplumsal projelerinin dayandığı esaslardir. Bu esaslar demokrasidir, insan haklarıdır, eşitlik, iş ve özgürlüktür. Bu kanli coğrafyada bunlar yerli yerine oturduğunda, işte o zaman Kürdistan bir yidiz gibi bölgede parlayacaktır. Bu anlamda şartlar eşittir diyebiliriz.
Pericles, M.Ö. 431 yılında, yirmiyedi sene süren Atina ve Sparta iç savaşında ölenlerin mezarları başında şöyle diyordu: “Hiç bir kurumun yada geleneğin devamı olmıyan bir devlet biçimimiz vardır. Daha çok bize özgü olan bu biçim, başkalarına da örnek olabilir. Bunun adı demokrasidir. Bundan dolayı bizde devlet işlerine katılım ve söz söyleme hakkı bir azınlığın hakkından çok, tüm toplumun hakkı olarak uygulanır.Tüm özel ve toplumsal çelişkilerde insanlar, hukuk karşısında eşittirler. Kamu düzeni kadar kişinin, kendi yaşamıda önemlidir. Fakirlikten dolayı hiç kimse hakir görülemez. Toplumsal olanaklar herkese sunulur. Biz özgür yaşayan vatandaşlar olarak, günlük hayatımızda birbirimize karşı köstekleyici davranışlarda bulunamayız. Hak ve ödevlerimizi belirleyen yasalarımız var. Aksi durumda ortaya çıkan olaylar yasal kovuşturmaya uğramakla kalmıyor, aynı zamanda acı veren durumlara sebebiyette vermektedir…Ayrıca biz düşmanlarımızdan askeri metodlar ve disiplin bakımından da ayrıyız. Biz herkesin içinde yaşıyabileceği bir devlette, asla yabancıları dışarıya atmayız. Düşmanlarımızın onları bize karşı harekete geçirmelerine olanak vermeyiz.[1]”
Yunan’lılar Pers’lere karşı verdikleri ağır bağımsızlık mücadelesi koşuları içinde demokrasi doğdu. Bu ayni zamanda özgürlügün ve insanın derin anlamının idrak edilmesini de sağladı. Atina ve Sparta ayrılığını ortadan kaldırdı. Tarih, Achilles’in ideallerini bir aşk tutkusunda inşa etti.
Daha sonralar, Avrupa’da hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış, demokrasi ve toplumsal hareketler üzerine araştırmalar yapan önemli iki otorite var. Biri F.Engels diğeri Alexis de Tocqueville. Avrupa’da sosyalist bir devrimin öngörüsünde bulunan Engels tarihsel olarak yanıldı. 1835 de ilk bölümü yayınlanan ” Amerika’daki demokrasi üzerine “ adlı eseri ile Tocqueville, 19. yüzyılın en önemli devlet ve demokrasi teorisyeni olarak önemini koruduğu gibi, hala çağından öncesine ışık tutan önemli tespitler yapmıştır. Tarih Engels’i değil Tocqueville’yi doğruladı.
Bizi burada ilgilendiren yere gelelim ve ona bakalım. Tocqueville eserinin ilk başında şöyle der, “ Amerika’da bulunduğum esnada, dikkatimi çeken yeni meselelerden hiçbiri, beni, şartlarin eşitliği (toplumsal ve bireysel özgürlükler anlamında) kadar şaşırtmadı. Bu vakianın toplumun gidişi üzerindeki muazzam tesirini kolayca farkettim: halkın düşüncelerine belli bir istikamet veren; kanunların belli bir tarzda çıkmasını sağlayan; idare edenlere yeni formüller, idare edilenlerede hususi alışkanlıklar kazandıran hep oydu. Çok geçmeden aynı vakianın, tesirini kanunların ve siyasi adetlerin çok ötesine kadar yaydığını ve sivil hayattaki nüfuzunun devlet hayatındakinden daha az olmadığını anladım.”[2]
Bu gün, Kürdistan’da yüzyıllardan beri süren bir mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkan bir oluşum vardır. Kürtler özgür topraklarda kendi, demokrasilerinin ilk tecrübesini yaşıyorlar. Küzey Kürdistan ise, sömürgeci kemalist statukocular ile değişim ve toplumsal reformlar yapmak isteyen güçler arasidan, toplumsal nefesi tıkanmış, amacsiz, kör bir şiddet altında, enerjisi tüketilmek istenen bir toplum haline getiriliyor.
Umut, bu statukonun parçalanmasını isteyen kesimlerin çok boyutlu, tavizsiz mücadelelerinden geçiyor. Kürtler açısından şartlar eşittir. Çünkü kürtler, özgürlük ve demokrasiyi isteyen kesim olarak her türlü değişime açıktırlar. Uluslararasi konjüktür hala kürtlerden yana. Berlin duvarının yıkılmasından bu yana seneler geçmesine rağmen Türkiye, kendisinin muhtaç olduğu değişim ve dönüşümü yapamıyor, hala doğum sancıları geçirerek bir türlü açık bir topluma doğru zor ilerliyor. Donmuş ideolojik sistemlerini başkalarına dayatarak, eski ölmüş kamu vicdanını kemalist reflekslerle kotaracaklarını sanıyorlar. Türk kemalist erkinin her halükarda zorlandığı bir dömeme giriyoruz. Şemdinli, Beytulşebab katliamları, PKK’nın ajanlar kampanyası, bütün bu tablonun birer parçalarıdır.
Kürtler büyük düşünüp, kendi bölgelerinde görevlerine sarılmak durumunda olmalılar. Kürt cephesi bu durumun ciddiyetini kavramak ve bu konjüktürün hayati önemini idrak etmelidir. Bu durumunda, şarların eşit oduğu gerçeği, toplumsal dönüşümde bir sır gibi saklı olduğu bilinmelidir.
Tocqueville ile devan edelim; “ şartların eşitliğinin tedrici gelişimi, şu halde, ilahi bir oluşun belli başlı özelliklerini taşımaktadır : evrenseldir, devamlıdır, insanın önliyebileceği birşey değildir, bütün insanlar ve bütün hadiseler gelişmesine yardım etmektedir.”[3]
Gelinen yerde kürtler, yarattıklari değerlerle, toplumsal projeleriyle kazanabilirler. Bu tarihin her halka verdiği bir şey, önceden tayin edilmeyen koşullarda gerçekleşmektedir. Gerçi bu topraklar, belli bir ölçüde eskidende kendi içinde demokrasiyi yaşamıştır. Örneğin 20. yüzyılın başında Şeyh Abdulsselam önderliğinde yapılan reformlar. Bu ulusal önderin o günkü koşullarda toplumsal referanslarını gözlemlemek için yaptığı reformlara göz atmakta yarar var:
“1- Mülkiyetin ortadan kaldırılması, 2- Toprakların çiftçilere dağıtılması, 3- Başlık parası ve zorla yapılan evliliklere son verilmesi, 4- Sosyal ilişkilerin adalet ve eşitlik esasına göre düzenlenmesi, 5- Her köyde bir mescidin kurulması, bu mescidlerin dini fazların eda edilme yerleri olmalarının yanı sıra, sosyal merkezler, istisare yerleri ve köylüler arasındaki ihtilafların çözüm yeri olarak kullanılması, 6- Köy meselelerini her yönden ele alıp çözümlemek üzere her köyde bir konseyin kurulması, 7- Her aşiretten silahlı güçlerin oluşturulması ve bunların başına sorumlu kişilerin tayin edilmesi… Barzanilerin siyasal mücadelelerini yirminci yüzyılın başlarına ve özellikle Şeyh Abdusselam Barzani dönemine dayandığını söyliyebiliriz”[4]
İşte insanları zihinsel ve toplumsal sefaletten çıkaran, bu coşku, bu toplumsal heyecan, bu ulusal mobilizasyondur. Budur insanları özgür, eşit ve üretken kılan. Şartların eşitliği dinamiği ve ruhu, yerel, bölgesel ve ulusal boyutta, hala insanları en çok kendi gelecekleri için her alanda harekete geçiren en büyük temel toplumsal etkendir.
Behram Xalid
behramxalid@gmail.com
7 Ekim 2007
Kaynakca:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder